Osmanlı toplumunda mahallesindeki tüm fertler, birbirlerine kefalet yoluyla bağlıydı ve bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak yaşamaktaydı. Mahalledeki faili belli olmayan bir suç bütün ahalinin üzerine kalıyordu. Böyle bir durumun yaşanmaması için de mahalleli, çoğu defa mahkemeye bile gerek kalmadan adaleti kendi içinde sağlıyordu. Hatta kimi zaman da bizzat kadınlar adaletin sağlanmasında rol alıyordu.
Üsküdar Sapığına Dayak
Üsküdar’da “Kuşu İpli” adıyla nam salan sapık bulunuyordu. Anlatılanlara göre nakışçı kızların çalıştığı yerde, çitlerin arasına geçer ve mahrem yerlerini gösterirmiş. Kızlar, sapığın kendisini bir güzel uslandırmış! Hatta sapık bunun üzerine bir de mahalleliden dayak yemiş. Hem kendisinin hem de başkalarının mahremiyet sınırlarının ötesine gitmek, sapığa oldukça pahalıya mâl olmuş.
Osmanlı’da Mahalle Kültürü
Osmanlı dünyası toplumu için iki önemli yani anahtar kavram mahremiyet ve mahalle idi… Mahalleliler sürekli olarak birbirlerini gözlerlerdi. Kısacası mahalle bireyleri, gözetleyen ve gözeten bir çekirdek yapının parçasıydı. Mahallelerde herkes birbirini tanırdı. Semte gelen gizemli bir yabancı olduğunda hemen dikkat çekerdi. Cana, mala ve namusa göz diken birkaç eşkıya, divan kayıtlarına da yansımış. Buna göre; bu eşkıyalar köylüler tarafından tespit, takip ve tenkil ediliyordu.
Osmanlı yaşantısında, kadınların ev işlerini yaptıkları avluların duvarları genel olarak yüksekti. Fakat avlu içinde yaşanabilecek herhangi bir ahlaksızlık, mahallelinin olaya müdahale etmesine neden olabilirdi. Böyle bir durumda ev basılır ya da bazı kadı sicillerinden de ulaşıldığı üzere, kapılara boynuza benzer işaretler asılırdı. Ancak subaşılar yani sokakların güvenliğinden sorumlu olan kişi bile, fena ve kötü işler yaptığı bütün mahallece bilinen, adı kötüye çıkmış bir kadının evine mahkemeden izni olmadan giremezdi.
Osmanlı Mahremiyetinin Minyatür Sanatına Yansıması
1583 ile 1635 yılları arasında yaşayan Nevîzâde Atâî’nin Hamse şiirlerine 18. yüzyılda ortaya konan, İstanbul hayatını konu alan minyatürler, Osmanlı’daki mahremiyetin yeni bir resmini, toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla gözler önüne seriyor. Olaylar ders verici, kahramanlık anılarını betimleyeci bir üsluptan uzakta, alaycı bir mizah anlayışıyla ele alınmış. Çoğunlukla da toplumdaki kötülükler hedef alınmış. Bu yeni anlatım tarzının müşterileri de saraylı muktedirlerden ziyade, yeni bir mirasyedi yani zengin tipi olmuştur.
Sanat tarihçisi olan Tülay Artan’a göre de bu minyatürlerde, neredeyse sadece yasak ve mahrem olanın, mahrum olunanın hikâyesi anlatılıyor. Atâî’nin anlatımıyla ortaya konan minyatür ile bizlere bir mahallenin iç disiplinin elbirliğiyle nasıl gerçekleştirildiği gösteriliyor. Yaşayıp yaşamadığı tam olarak belli olmayan, belki de sadece bir tipin temsili olan “Kuşu İpli’’ hem kadınlardan dersini alıyor hem de erkeklerden sopa yani daya yiyor. Bunun üzerine ayrıca sanatçılar tarafından hem yazılı hem görsel olarak ifşa ediliyor ve cezasını tamamlıyor. Böylelikle aslında tüm gizli Kuşu İpli zihniyetinde olanlara da gözdağı veriliyor.
Atai’nin Kuşu İpli Anlatımı
Hamse hikâyelerinden bir tanesinde Üsküdar’a gelen Kuşu İpli olarak tanınan bir sapık bulunuyor. Bunu Atâî de şöyle anlatıyor:
“Bir yüzü kara başıboş köpek, zampara gece kuşu Üsküdar’a yerleşmişti. Kadınları keşif için daima perdelere yapışırdı. Nerede bir harem duvarı görse bir yarık arar, bulunca da yılan gibi akardı. Bir gün derbeder hâlde şehrin tenha bir yolunda giderken tahta çevre arasından mum sıfatlı bir iki ay yüzlü nakışçı kızı gördü. O alçak bunu görünce o tahtanın ağaçkakanı oldu. “Kızların biri dedi be bak. Kimin ola bu kınalı parmak? Birisi dedi acaba baykuş mu? Yoksa bir ucu kızıl mum mu? Biri dedi a kız o mum değil. Parmak olduğu da malum değil. Ne kuşu olduğunu bilmem ama bir tüyü bitmemiş yavru gibidir mesela. Kimi der bari bir oyun edelim. Alalım kukla edip oynatalım. Kimi der görünce oynar her zaman. Kör yılandır ben ona yapışamam. İçlerinden biri arif idi. Yani bu kuşdiline vâkıf idi.”“Anlamazdan geldi. Ona yapışmaya ne varmış dedi. Elindeki iğneye ipliği geçirdi. 0 yılanı tutup iğneledi. Sapık herif gördü ki çekse kurtaramaz, keskin ibrişim onu ikiye böler. Bin dert ile figan etti, iğnenin her yeri kana boyandı. Mahallenin zarifleri bunu duyup geldiler. Sonra Allah yarattı demeden üstüne üşüştüler. Kız feryadın uzadığını görüp onun kuşça canını azat etti. O dem iğne yemişe döndü köpek, ipini sürüyerek gitti.’’